Şems-i Tebrizî sekiz asır önce söylemiş:
“Hepimiz seçici günahkârız.”
Bugün hâlâ geçerli.
Çünkü bizde günah katalogla satılır.
“Kendi günahın helaldir, başkasının günahı haramdır” anlayışıyla yaşarız.
Mesela…
İhale kaparken “Allah nasip etti” deriz.
Komisyon alırken “kısmet” deriz.
Vergi kaçırırken “devlet çok alıyor” deriz.
Üç maaş, beş maaş, on maaş birden alırken “hakkımız” deriz.
Ama işsizlik fonundan üç kuruş alan işçiyi, sosyal yardıma muhtaç vatandaşı görünce “bedavacı” damgasını basarız.
Daha dün akşam televizyonda gördük.
Ekrana çıkıp ahlak dersi veriyorlar.
“Toplum çürüdü” diyorlar.
Kendi makam arabasının deposunu halkın vergisiyle doldururken ses etmiyorlar.
Ama sokakta genç bir çift el ele tutuşsa kıyamet kopuyor.
Yani özetle:
“Ben yaparsam mübah, sen yaparsan günah.”
Şems’in sözünü bugüne tercüme edelim:
Rüşvet alanı alkışlarız, sokakta bira içeni linç ederiz.
Milyonları zimmetine geçirenin önünde el pençe divan dururuz, minibüste yüksek sesle müzik açana ceza yağdırırız.
Kendi günahımıza tevazu, başkasının günahına mahkeme kürsüsü kurarız.
Şimdi söyleyin bana…
Bu ülkede gerçekten günahkâr olan kim?
Halk mı, halkı yargılayanlar mı?
Şems, 800 yıl önce görmüş.
Biz hâlâ görmüyoruz.