Bir milletin hafızası, bazen bir destanda, bazen bir motorda saklıdır.
Türk tarihinin en eski hikâyesi Ergenekon’du; orada bir halk demiri eritip özgürlüğe kavuşmuştu.
Bugün aynı kıvılcım yeniden yanıyor — yalnızca dağları değil, ambargoları da eritiyoruz.
Altay Tankı’nın üretim töreninde çeliğin parıltısı yalnızca sanayi ışığı değildi; bir medeniyetin yeniden doğuşuydu.
Çünkü bu defa çelik, ruhla biçim aldı.
O çelik, Türk’ün elinde yalnızca bir metal değil; hafızası, azmi, kudreti oldu.
Tankın kalbinde atılan Batu motoru, bir mühendisliğin ötesindedir.
Her silindiri, bir öğrencinin umudu, bir mühendisin inancı gibidir.
Ankara’daki üretim hattında dönen her çark, tarihin sesini taşır.
Bu başarı, yalnızca teknik değildir; stratejiktir.
Çünkü kendi motorunu yapan millet, artık kimsenin yedeği değil, kendi tarihinin sürücüsüdür.
Bir zamanlar dağlar kuşatmıştı bizi; bugün teknoloji duvarları çevreliyor.
Ama sonuç hep aynı: Türk yine eritiyor, yine yol açıyor.
Uluslararası tepkiler bile bu gerçeği değiştiremiyor.
Kimi ülkeler tedirgin, kimi hayran, kimi meraklı…
Ama hepsi biliyor: Türk iradesi geri dönmüştür.
Altay yalnız bir tank değil, caydırıcılığın yeniden tanımıdır.
Ergenekon’dan Altay Dağları’na, oradan Ankara’nın sanayi ocaklarına…
Bu zincirin her halkası aynı duyguyu taşır: “Kendi gücüne inan.”
Bugün o inanç, çelik gibi parlıyor.
Belki bir gün tarihçiler bu döneme “Çeliğin Dirilişi Çağı” diyecek.
Ve o çağın önsözünde şu cümle yazacak:
“Türk çeliği yeniden kızdı — bu kez iradesiyle eridi.”