Avrupa’da yükselen ırkçılık, yabancı düşmanlığı, İslamofobi hepsi bugün gelip Türkofobide birleşmiştir. Avrupalıların herhangi bir ülkeden gelen Müslümanlar için endişe duyduklarını söylemek çok doğru değildir çünkü onlar nazarında tehlikeli olan Müslüman Türklerdir. Neden? Sömürgecilik döneminden, bilhassa sömürge Müslüman ülkelerden Avrupa’ya getirilen önce köle, sonra işgücü açığını karşılamak, çalıştırılmak üzere transfer edilen insanların her bir ülkede bugün geniş bir nüfusa ulaştığı bilinmektedir. Avrupalılar bu insanlarla neredeyse hiçbir sorunla karşılaşmadan yüz yılı aşan bir süredir yaşayagelmişlerdir.
Konunun Türklere gelince bir problem haline gelmesi sebepsiz midir? Bilhassa Almanlar yarım yüz yılı aşan bir süre önce başlayan işçi göçünü etraflıca incelemişler, birçok araştırma yapmışlardır. Almanya’da sadece bu konuyu araştıran enstitüler kurulmuştur. “Bu araştırmalarda maksat açıkça söylenmese de Türklerin ‘asimilasyonudur’. Alman yöneticiler elbette birinci kuşak göç eden Türklerden böyle bir asimile olma prosesi beklememektedirler fakat ikinci nesil ve üçüncü nesil yani Almanya’da doğan neslin de asimile olmadığını görünce endişeye kapılmışlardır.”
Hangi Müslümanlar
Önce araştırma merkezlerinde çalışan Almanların Türk kültürüne yabancı olmasından dolayı yaptıkları projeksiyonlarda yanıldıklarını düşünerek, bu defa bu enstitülerde devşirme Türkleri çalıştırmaya başlamışlardır fakat sonuç değişmemiştir. Araştırmalar dördüncü nesilden de beşinci nesilden de onlar için ümitsiz neticelerden bahsetmektedir. “Türkler ‘Alman’laşmadığı gibi kendi kültürel hayat tarzını Alman toplumuna, şehirlerine, ekonomisine, eğitimine vb.lerine eklemleyerek yaşamak için yeni bir dünya kurmaktadırlar.”
Elbette sadece Almanya’da değil Türklerin gittiği, kitlesel olarak yaşadıkları her Avrupa ülkesinde bu sorunu araştıran çalışmalar yapılmış, aşağı yukarı benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Neden bu durum böyle seyretmektedir? Özetlersek üzerinde durulması gerekenlerin başında gelen husus; Türk toplumunun dışarda tahmin edilemez bir dayanışma duygusu geliştirmiş olmasıdır. Bu dayanışma içerisinde sadece dini merkezli bir örgütlenme değil kendi hayat tarzlarını sürdürmek için ihtiyaç duyulan inançtan eğitime, ekonomiden karşılaştıkları sorunları yardımlaşarak çözmeye dönük yeni bir kurumlaşmadan bahsetmek gerekir. Bir diğer birlik duygusu/kimlik bilinci üreten kaynak ise oradakilerin dünya görüşü olarak hayatlarını organize eden düşüncenin odağında Türkiye merkezli bir muhayyilenin bulunmasıdır.
Üçüncü önemli bir özellik de Avrupa Türklerinin doğum oranlarının yaşadıkları ülkelerle mukayese edilemeyecek düzeyde yüksek olmasıdır. Hane başına nüfus arttığı için aile dayanışması güçlenmekte ve yeni nesiller Alman eğitim sisteminde, iş hayatında buldukları fırsatları toplumsal hareketliliğe çevirmeye yönelmektedirler.
Türkiye düşmanlığı
Avrupa bağlamında bu dinamikler hareket halindeyken, Türkiye’de yaşananların dışarıya yansımasının geometrik olarak büyüdüğünü gözlemlemek lazımdır. Yıllar önce yurtdışında yaşayan Türklerin ülkeye geliş gidişlerinde karşılaştıkları yetersiz havayolu hizmetleri, gümrüklerde yaşanan iptidailikler şimdilerde çoktan unutulmuştur.
Türkiye’nin girişimcilerinin artık uluslararası piyasalarda varlık göstermesi, ekonomik gelişme sürecinde hissedilir neticelerin ortaya çıkması, tüketim imkânlarının gelişmesi Avrupa Türkleri için bir özgüven ve ülkelerine duyulan inancın büyümesine vesile olmuştur.
Burada iki popüler kültürel gelişmenin daha altı çizilmezse bu analiz eksik kalacaktır. Birincisi iletişim devriminin Türk medyasının bütün Avrupa’da ulaşılabilir olmasıyla Avrupa Türklerinin Türkiye merkezli düşünce/algı dünyası beslenmiş bulunmaktadır. İkincisi ise başta Nobel ödülü olmak üzere akademiden iş dünyasına, spora uzanan ümit verici gelişmeler yaşanmaktadır. Netice olarak, Türkler Avrupalıların gözüne batmaya başlamışlardır, Türkofobinin kaynağı buralardadır.