“Türkiye’de kavramların bu kadar içeriğinden kopuk, bu kadar taşıdığı anlamın dışında hatta ona karşıt bir biçimde kullanılmış olmasını nasıl açıklamak gerekir? Bu durum tesadüf müdür, yoksa zümresel bir sorunu mu yansıtmaktadır ya da işin içinde cehalet veya ideolojik körlük mü vardır?”
Geçtiğimiz günlerde, eskiden merkez medyada yazan, konuşan bir kadın çıktığı bir TV programında, insanları AK Parti yönetimine karşı ‘demokrasi mücadelesi’yapmaya çağırırken ‘terör örgütü’ modelini örnek göstererek ‘silahlı mücadele verenlerin eninde sonunda etkili olduğundan, siyasette muhatap kabul edilmesinden’ söz etmekteydi. Burada yapılan çağrının içinde ‘demokrasi’ sözcüğünün geçmesi, söz konusu çağrıyı yapanların aslında ‘demokrasi düşmanı’ olduğunu saklamaya elbette yetmeyecektir. Söz konusu kimsenin adının ve söylediklerinin bir önemi yoktur; dolayısıyla bu bireysel örneği ele alıp bu tipolojide yer alanlara ‘çaptan düştükleri için bunu yapıyorlar’ demenin de durumu açıklayamayacağını düşünüyorum, çünkü bu örneğin benzerlerine birçok mecrada rastlamak zor değildir.
HALKIN DOSTLARI
“Bu söylem analiz edildiğinde, oldukça sorunlu bir zihniyet biçimiyle karşı karşıya olunduğu görülecektir. Bir defa demokrasiden bahsedip, arkasından terör örgütlerinin ‘rol modeli’ olabileceğinden ‘silahlı mücadeleden’ bahsetmek, üstelik bunu doğrudan serbest seçimlerle ve halkın özgür iradesiyle oluşturduğu, meşru seçilmiş bir hükümete karşı tavır olarak ifade etmek, nasıl bir zihniyeti göstermektedir. Bu ‘anti-demokratik’ zihniyetin, bu faşizan tutumun arkasında ne vardır?”
Kavramların birbirine karışması, Kemal Tahir’in çok kullandığı o ünlü tabirle ‘at izinin it izine karışması’ gibidir. Kavramlar, sadece kelimelerden ibaret değildirler, bir olayı, bir süreci, bir olguyu soyutlamamızı, onu belli bir zaman ve mekâna bağlı olmaktan çıkartıp, teknik ifadesiyle ‘tikel’ bir durumda rastlanandan farklı olarak ‘tümel’ bir durumu açıklamak için kullanmamızı sağlayan, soyut ifade biçimleridirler.
Demokrasi, kavramsal olarak bize bir yönetim şeklinin mahiyetini ifade eden bir anlam dünyasına sahiptir. İşin ilginç tarafı Miladi takvim öncesine uzanan bir tarihe sahip olmasına rağmen, kavram olarak içeriğindeki esas mesele değişmemiştir. Demokrasi denildiği zaman iyi kötü bütün zamanlarda anlaşılan veya anlaşılması gereken şey ‘halkın’ yönetimidir veya yönetime katılımıdır. Elbette eski Atina devletinde ‘halkın’ en alttakileri kapsamadığını, Orta Zamanlar Avrupa şehirlerinde şehir meclislerinde ‘halkı’ serflerin değil, burjuvazinin temsil ettiğini unutmamak gerekir fakat demokrasi kavramı hep ‘halkın iktidarını’ veya iktidarın paylaşımını içerecek şekilde anlaşılmıştır.
HALKIN DÜŞMANLARI
Burada sorun ‘demokrasi düşmanlarının’ açıkça demokrasiye düşman olduklarını söyleyememeleriyle de ilgilidir. Bu durumda mesele ‘demokrasi düşmanlarını nasıl tanırız’sorusunun cevabında düğümlenmektedir. Bu konuya yönelik birçok husustan bahsedilebilir fakat ben üç temel göstergeden bahsetmekle yetineceğim.
“1.Eğer bir kimse, bir grup, bir zümre, bir sınıf ‘yönetme hakkını’ kendi toplumsallığının dışında kimseye layık görmüyorsa, hangi görüş/parti serbest seçimlerle yönetime gelirse gelsin, onun yönetimini, hangi gerekçelerle tanımıyorlarsa onlar ‘demokrasi düşmanı’, en azından anti-demokrat bir zihniyete sahiptirler.
2.Eğer bir kimse, bir toplumsal grup bütün doğruların kendi dünya görüşlerinde toplandığını düşünüyorlarsa, kendi ideolojik görüşleriyle çelişen ‘ötekini’ siyasal bir antite olarak yok sayıyorsa o/ onlar anti-demokrattır.
3.Eğer bir kimse, bir grup, siyasi mücadeleyi, iktidarı şiddet araçlarını kullanarak, terör vasıtasıyla ele geçirmeyi veya değiştirmeyi düşünüyorsa, terör eylemlerini meşru görüyorsa sadece anti demokrat değil, demokrasi düşmanıdır.”
Etrafta konuşanlara bir de bu açıdan bakar mısınız?